III. Roman
Kapı kulesinin gölgesinde üç yol arkadaşının adımları yankılandı: mavi cübbeli bir aksolotl büyücü, pelerinine sabırla düğüm atmış bir kaplumbağa izci ve kılıcını sessizce taşıyan bir kedi şövalye. Güneş, taş duvara sürünerek yükselirken, şehir henüz uykusunu üzerinden tam silkememişti.
“Bugün kimse alarm duymayacak,” dedi büyücü; avucunda, su yüzeyi gibi titreyen küçük bir ışık halkası belirdi. İzci dudaklarını büzüp havayı kokladı; rüzgârın kuzeyden getirdiği kuru yaprak sesinin içine karışmış ince bir tedirginlik vardı. Kedi, kapının menteşesine başını eğip bir kez daha baktı; pas kokusu, demirin sabrıydı.
Krallığın sınırına sızan tehlike gürültülü değildi; sis gibi girişir, unutkanlık gibi çökerdi. Köylüler, tarlaya giderken bastıkları yolu hatırlayamaz; askerler, bekledikleri nöbetin saatini kaçırırdı. Unutuş denen bu sızı, kaleyi içerden boşaltmak isteyen görünmez bir düşmandı.
Büyücü, çeşme başına bir işaret çizdi; su, işaretin üzerinden geçerken parlayıp çizgiyi çoğalttı. “Hatırlamak için su yeter,” dedi. İzci, taş basamakların arasına küçük tohum torbaları bıraktı. “Kökler yolu tutar, ayak unutmaz.” Kedi, kapı kemerine kalkanını dayadı. “Ve dikkat, kapıları.”
Öğleye varmadan meydanda küçük bir gürültü toplandı; çocuklar, göl kenarında kaybolan ip uçları bulduklarını söyledi. Üçlü, ipleri birbirine ekler gibi işaretleri birleştirdi. Yol, şehrin altından geçen eski bir su tüneline varıyordu; duvarlara sürülmüş soluk sim, ışığı emiyor, adımları yanlış duvarlara geri yansıtıyordu.
İzci çömeldi, elini taşın soğuk damarlarına bastı. “Burada yol ikiye ayrılır ama göz tek yol görür.” Büyücü suyu fısıldadı; dalgacıklar, görünmez kıvrımı ortaya çıkardı. Kedi, kılıcının namlusunu tavan hizasına uzattı; mavi parıltı, doğru geçidi çizdi. Üçü, nefeslerini aynı ritimde taşıyarak ilerledi.
Tünelin kalbinde, üst üste yığılmış bakır aynalar buldular. Her ayna, baktıkça daha önceki bakışı gösteriyor; böylece bakan kişi, şimdi’yi unutuyordu. Büyücü, su halkasını aynaların arasına bıraktı; izci, aynaları tohum torbalarıyla örttü; kedi, kalkanını kaldırıp son yansımayı sessizce kırdı.
Şehir kapısına döndüklerinde, çan kulesi öğleden sonrayı müjdeliyordu. Çocuklar kahkahasını, çiftçiler yolunu, askerler nöbetini yeniden bulmuştu. Üçlü yorgun, ama uyanık bakışlarla birbirlerine gülümsedi.
Ve onlar, T Krallığı’nın koruyucularıydı.